Sunuş

Modernleşmenin getirdiği, ulus devletlerin şablonlaştırarak kendi projelerine eklediği en önemli sorunlardan birisi kuşkusuz kimlik sorunları. Özellikle imparatorluk gibi geniş yapılardan, çok kimlikli modellerden, monolitik bir kimlik talep eden, kendi zenginliğini bu tekil algı üzerine kurmaya yönelen siyasi yapılara geçildiğinde, bu yapının eninde sonunda karşılaştığı sorun da kuşkusuz bu kimlik algısıyla ilgili olanlar. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi arasındaki geçişte bu sorunların kısmen massedilmesi, sorunun ortadan kalkmasına yetmiyor. Bu sayımızda yer verdiğimiz makalelerde modernleşme ve kimlik sorununun çeşitli yüzlerine değinen tartışmalar yer alıyor.

Uzun sürmüş bir güzün sonunda Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar’ın 11. sayısıyla karşınıza çıkarken, yukarıda değindiğimiz çerveye denk düşen yazılardan kısaca bahsetmemiz gerekiyor. Bunlardan ilkinde “Karamanlı” nüfusun/Türkçe konuşan ortodoks bir cemaatin, “Osmanlı Rum milletinin Yunanca konuşan üyeleri tarafından nasıl algılandıkları..., dönemin Patriği III. İoakim ile Kutsal Sinod üyeleri arasında 1910 yılının ilk aylarında patlak veren kriz bağlamında” değerlendiriliyor. Makalede bir yandan, genel manada Osmanlı Rum milletinin “modern” refleksleri ele alınırken, diğer yandan bu tespit etrafında ve dilsel, kültürel ve sınıfsal olarak epey farklılaşmış, homojen olmayan bir cemaatin kendi “taşrası” ile ilgili değerlendirmeleri inceleniyor. “Karamanlı” sözünün, başta İstanbul olmak üzere kent merkezlerinde, Anadolu Ortodokslarını aşağılamak, onların aşağı sınıfsal pozisyonlarını; taşralılıklarının getirdiği kültürel ve eğitsel yetersizliklerini; kabalıklarını ve adab-ı muaşeret eksikliklerini vurgulamak için nasıl hor gören ve damgalayıcı bir terim olarak kullanıldığını ele alıyor.

Dergimizin ikinci yazısı, Bahailik’in kurucusu Bahaullah’ın ve oğlu ve halefi olan Abdülbaha’nın “dünyanın ıslahı” ve Osmanlı İmparatorluğu ve İran’daki reform tartışmalarına katkılarını ele alırken, Abdülbaha’nın Sultan II. Abdülhamid ve rejimiyle sorunlu ilişkisine ışık tutmaya çalışıyor. Sevgi Adak, 1923-1938 arasındaki ramazanları ele aldığı makalesi, dinsel hayata müdahale eden seküler bir iktidarın, kendi müdahale pratiklerini nasıl geliştirdiğini tartışıyor. Modernlik ve din ilişkisinin genel çatışma alanlarının yanısıra, ibadete dair kısımda nelerle karşılaşıldığı, sorunun hangi düşünce ve pratiklerle ele alındığı kapsamlı bir tartışmayla sunuluyor. Fulya Özkan’ın Bütün Dünya ve Hafta dergilerini incelediği araştırması ise, siyasal partilerin değiştiği bir süreçte ve artık bir proje olarak değil, modernleşme sürecinde bizatihi iktisadi gelişmeler açısından da yeni bir döneme girilirken popüler kültür ve magazin dergilerinin işlevine odaklanıyor.

Bu sayımızdaki yeni bölümümüzde ise iki önemli tarihçiyle yapılmış söyleşilere yer verdik. İlkinde Cornell Fleischer, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve 16. yüzyıl tartışmalarının kapsamlı bir analizine girişirken, meşruiyet, devlet, bürokrasi gibi kavramları 16. yüzyıldaki algı dünyasıyla beraber ele alıyor. Erik Jan Zürcher ise, 2010’da 75. yılını kutlayan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’nün (USTE), yapısı, işlevi, araştırmalarının çerçevesi ve projeleri hakkında etraflı bilgiler veriyor.

Dergimizin Belge-Bağlam bölümünde yer alan Birsen Talay Keşoğlu’nun yazısı, milliyetçiliğin kadınlık, annelik, aile, evlilik, medeniyet, çağdaşlık vb. kavramlarla kadın kimliği üzerinde nasıl bir tahakküm kurduğunu, Türk Kadını dergisi hakkındaki etraflı bir değerlendirmeyle tartışıyor.