Çağdaş Türkiye Edebiyatı

Şu An Saat Kaç?

Halil Yörükoğlu, Şu An Saat Kaç?’ta, göçmenlerin nedense hep esmer olduğu, Rocky Balboa’nın yaşadığı rivayet edilen o meşhur ülkeye, Amerika’ya göç edenlerin, daha iyi bir hayat kurma umuduyla buradan gidenlerin acı-tatlı hikâyelerini anlatıyor...

Geber Anne!..

Mutlu bir aile, İsmailoğlu ailesi: Otoriter anne Melek Hanım, baba Şükran Bey, oğulları Tufan ve Tayfun, köpekleri Sarı... “Annesinin sarı prensi” Tayfun, on yedisine basacağı gün eve biraz erken döner. Fakat bu sesler, annesinin yatak odasından gelen bu sesler... Kapı aralığından görünen yabancı erkek bacağı... Yoksa?... Tanrım! Tayfun’un doğumgünü, Melek Hanım’ın intihar günü olur... Aradan yıllar geçer, yetiştirme yurdu müdürü İhsan Beyit, meslektaşı ve “abisi” Hasan Çokar’a bir çocuk gönderir. Mecburiyet olmasa, kimsenin yanından ayırmak istemeyeceği bir çocuktur bu. O sarı saçlar, o yüz, o konuşma, o karizma... Bir sicil vardır çocukta, “Tövbe estağfurullah, Mevlût gibi!” Sonra? Sonrası karmaşık, komik, heyecanlı; hem “kelalaka” hem fazlasıyla alakalı... Üstelik, uyarı levhası hediyeli: “Zaman”la fazla oynama!... Sezgin Kaymaz “fantastik eğlence”yi Geber Anne!...’de başarıyla sürdürüyor.

Sevinç Kuşları-1
Deccal'in Hatırı

Sezgin Kaymaz, hem tiryakilerine alıştıkları lezzeti hep yeniden sunan, hem de hep yeni sulara açılan bir yazar. Tekinsizliğin, şiddetin, “kötülüğün”, olağanüstünün ve gündeliğin içinden hep sevinç kuşlarını havalandıran bir yazar, aynı zamanda… Deccal’in Hatırı’nda sevinç kuşları, koma halinin, manyak doktorların, mafyacıların, polisçilik oynayan polislerin, lubunyaların, haris rantiyelerin ve tabii her zaman olduğu gibi, garibanların arasından havalanıyor.

Şimdi Dönecek Dünya

Burçe Bahadır, Şimdi Dönecek Dünya’da kahramanlarını yeri geliyor ışıltılı mağazalarla dolu süslü caddelerden, yeri geliyor telaşla akşam pazarına koşturulan yoksul mahallelerden seçiyor. Bu insanlar bazen kendinin ve etrafının yeni yeni farkına varmaya başlayan bir çocuk oluyor, bazen tüm engellere rağmen var olmaya çalışan genç bir kadın, bazen de her şeyin sonuna geldiğiyle yüzleşmemek için hayata bin bir takla attıranlar…

Franz K. Âşıkları

Franz K. Âşıkları, Burhan Sönmez’in kaleminden, Avrupa’nın Doğu ve Batı olarak ikiye bölündüğü Soğuk Savaş zamanında, Paris-İstanbul-Batı Berlin haritasında geçen bir edebi gerilim ve aşk romanı.

Köhne

Köhne, Ethem Baran’ın anlatımda ne denli mahir olduğunu her satırında hatırlatan, yaşamın dolambaçlı yollarında gezinen, canlı ve sahici bir roman.

Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi

Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi, günümüz Türkiyesi’nde orta sınıf sinizmi üzerine zekice yazılmış bir taşlama. Sezen Ünlüönen, yeni-gençliğin dilini üslubunun bir parçası haline getirerek, absürt-komik bir hikâye anlatıyor. Zamanın ruhuna, alegorik bir anlatı ile mercek tutuyor.

Ne Yeni Ne Başka

Ayşen Işık, Ne Yeni Ne Başka’da sıradan yaşamlarımızın “ara sokaklarına” sızıyor. Fark etmediklerimizi, fark etmek istemediklerimizi en ince ayrıntısına kadar gösteriyor. Bunu yaparken, her şeyin aynılığını, benzerliğini sezdirerek bir bakıma duygularımızı ortaklaştırıyor.

Sakin Adamın On Günü

Sakin Adamın On Günü, şanssız rastlantıların, yanlış zamanda yanlış yerde olmanın trajik sonuçlar doğurabileceğinin de hikâyesi... Mehmet Eroğlu ilmiği yavaş yavaş sıkıyor ve biz okurların elinden sayfa çevirmekten başka bir şey gelmiyor. İntikam bir çeşit nefsi müdafaa mıdır? İşte soru bu.

Curcunabazlar

Mehmet Anıl, Hazreti İbrahim’in torunları arasındaki kardeş çatışmasından ilhamla, eğlenceyi de ihmal etmeyen modern bir masal yaratıyor.

Biz De Yarın Güleriz

Özgür Çırak, Biz De Yarın Güleriz’de kendilerinin, kendi zamanlarının farkında olan, o zamanın şimdi değilse bile bir gün mutlaka geleceğine inanan insanların öykülerini anlatıyor. Ama kibirli, “en özel benim” ateşiyle yanıp kavrulan bir farkındalık ya da köksüz bir iyimserlik değil bu. Etraftaki toz dumanın geçiciliğini, anların ve duyguların kalıcılığını özümsemiş bir farkındalık.

Sessizlik Çağı

Sofya Kurban, Sessizlik Çağı’nda, sürgünlüğü, Türkî dünyayı, bitmeyen kaçışı tüm sarsıcılığına rağmen, umuda her daim yer açarak usulca anlatıyor. Yaşanmışlıklarını içtenlikle öyküleştiriyor.

Ateş Canına Yapışsın

Bütün sakinlerinin mutlu ve huzurlu yaşadığı Cennet’te, Tanrı ilk insanı yarattı, adına da Âdem dedi. Onu yarattığı toprağa kendi nefesinden üfleyerek can verdi, bu cana hem iyilikten hem şerden, hem riyadan hem sadakatten koydu. Ona güzel olan ne verdiyse, bir o kadar da kötülük ekledi. Sonra Cennet’teki tüm varlıklara dönüp Âdem’e secde etmelerini buyurdu. Bu buyruğa karşı çıkabilecek kadar kibirli tek bir Cennet varlığı vardı, o da Azazil’di.

Aç Koynunu, Ben Geldim

Aslı Tohumcu, Aç Koynunu, Ben Geldim’de, ezberleri bozarak, bu hikâyenin kahramanları dışında kimseye nasip olmayacak fevkalade bir aşkı anlatıyor.

Lucky

Sezgin Kaymaz’ın, kendi okurunu edinmesini sağlayan ve yeni kuşak yazarlarda fazla rastlanmayan hasletleri var. İnsanları, özellikle kaderin sillesini yemiş olanları, aşağıdakileri, kaybedenleri iyi tanıyor. Mistik olmayan, bir bakıma o “insan iyiliğini” cisimleştiren bir gerçeküstü fanteziye dayanıyor çoğunlukla romanlarının kurgusu. Lucky, Sezgin Kaymaz romanının bütün bu hasletlerinin hakkını veriyor. Yine çok iyi işlenmiş insan manzaraları sunuyor. Pek de “muteber” sayılmayan insanların iç dünyasını ve ilişkilerini gerçekçi ve eğlenceli bir muhabbetle aktarıyor. Yardımcı rollerde: Cinayet kariyerli bir özel şoför, kaknem kayınvalide, sinek kadar mide bulandırıcı bir kayınço...

Sakinler

Hande Ortaç, Sakinler’de bir rehabilitasyon merkezinde yaşayan insanların, dertlerine deva bulmak için geldikleri bu yerde günden güne nasıl daha büyük bir çıkmazın içine girdiklerinin hikâyesini anlatıyor. Bir bakıma “dışarının” aslında nasıl da her yer olabileceğini, her yeri kendisine benzetebileceğini gösteriyor. Aynı insanlar, aynı mücadeleler, aynı kırılganlıklar... İçe dönülen anları ise ayrı bir yere koyuyor, insanı kurtaracak cevheri o anlarda arıyor.

Serinlikler

Ayşenur Tanrıverdi, Serinlikler’de yaşamla uyumsuz kişilerin düşüncelerine sızıyor. Bazen hiçbir şey yapmadan izleyerek, bazen de intikam içgüdüsüyle yeniden inşa edilen mutlulukların, insanın kendisi ile karşı karşıya kaldığı sahici ve benzersiz anların peşine düşüyor. Yaşama sevincine karışan can sıkıntılarını, utançtan beslenen arzuları, gerçekleri, gerçeğe uymayanları ve insanın özünden kopan delilikleri bir serinlik anında sahneliyor.

Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm

Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm, kurmaca ile gerçeğin iç içe geçtiği bir yolculuğun hikâyesi. Sabahattin Ali cinayetini aydınlatmaya çalışan esrarlı bir yazarın, kendi hakikatini de aramasının, her durakta, her otelde, her gecede, her kentte cinayetin izleriyle birlikte kendinden ve hayatından eksik parçaları da bulmaya çalışmasının romanı.

Yer Değiştiren Sular

Her şeye rağmen gelen baharın, başkaldırıların, isyan içinde çaresiz katılıp kalmanın, bir arkadaşa omuz vermenin, ağaçları çatı bilmenin, sevgiliye doğru akan suların, ölümlü oluşumuzu hatırlamanın, aşka yeniden şans vermenin, arzuya kapılmanın, suç ortaklıklarının, yakada açan çiçeklerin, eksilen bedenlerin öyküleri.

Kendine Ait Bir Oda Bir Salon

Okşan Mağara, Kendine Ait Bir Oda Bir Salon’da yalnızlık hallerimizi anlatıyor. Kendi kendimize konuşmak zorunda kaldığımız sahici ya da etrafımızda onlarca insan varken iç sesimizden başka hiçbir ses duymadığımız o kırılgan yalnızlıkları...

Paganini Dinleyen İnekler

Sedat Anar, Paganini Dinleyen İnekler’de, kendine has üslubuyla bu kez hikâyeler anlatıyor okuruna: Hayatının anlamını müzikte bulanlar, köyden kente okumaya gelenler, büyükşehrin sokaklarında aklı karışanlar, kendini en doğru şekilde anlatmak için yanıp tutuşanlar, geçmişe sıkı sıkıya bağlanıp bugünü kaçıranlar, doğup büyüdükleri toprakları istemeye istemeye terk etmek zorunda kalanlar....

Nefha

Sezgin Kaymaz, şeytanın “diyalektiğini” anlatıyor. Ve meleklerin dramını – zira cennette de hayat zor! Bu aynı zamanda insanın kibriyle, hevesleriyle, kabiliyetleriyle, acizlikleriyle yaşadığı git gellerin, iniş çıkışların, şaşkınlıkların hikâyesi. Neticede, bilinmezliğin hikâyesi.

Benim Rüyalarım Hep Çıkar

Umay’dan nefes isteyenler, büyü yazılı bez bebekler, musibetlere karşı yakılan tütsüler, gerçeğe karışan rüyalar, dünyayı daha güzel bir yere dönüştüren kehribarlar, adaklar, muskalar, dualar, beddualar… Benim Rüyalarım Hep Çıkar, kendinden efsunlu öykülerin kitabı.

Küçük Meseleler

Güzin Yalın, günlük koşturmalarımız içinde bizi sürekli tökezleten ufak tefek taşları anlatıyor Küçük Meseleler’de. Bazen mideyi bozan bir yemek, bazen içinde kötü şeyler görünen bir kahve falı, bazen hiçbir sebep yokken tersinden kalktığımız bir sabah, bazen de sebepsiz yere ortaya çıkıp aklımızın bir köşesine kıymık gibi batan o düşünceler... Hissettiklerimiz ve çoğu kez onlar yüzünden sıkışıp kaldığımız dört duvarlar...