Türkçe Edebiyat - 15. sayfa

Adını Unutan Adam

Mehmet Eroğlu, belleğin, fedakârlığın ve unutmamanın romanını yazıyor. Dünyayı değiştirmek isteyenler ölümü yenerler, kahraman olurlar. Adını Unutan Adam, bir ’68 hikâyesi... Hızlı, rahatsız edici, isyankâr ve hüzünlü... Mehmet Eroğlu, belleğin, fedakârlığın ve unutmamanın romanını yazıyor. Dünyayı değiştirmek isteyenler ölümü yenerler, kahraman olurlar.

Buzdan Kılıçlar

“‘Leri şarupdiende tisika cemi’ deriz bizler eşyalarımıza. Yani ‘Yoksullar ülkesinin sınırlarını gösteren harita’.Karnımızı doyurmak için çırpındığımız her ânı eşyalarımızda dondurup saklamamız boşuna değildir. Soluk alıp verdiğimizi, geçmişte de var olduğumuzu kendimize kanıtlama ihtiyacı içindeyiz."

Hoşça Kal Diyarbakır

“Ben ki Diyarbakır’a her gelişimde yeniden gitmek zorunda kalan, gittikten sonra bir biçimde yeniden dönen ve nereye gitse gözü hep şehrin gözlerinde, gönlü hep bu şehrin gönlünde asılı kalan bir adam olmuştum... Kırılıp dökülüp, itilip, dağılıp hep naçar kaldığım bu şehrin kapılarına dönüp dönüp hep arsızca yüz süren bir aşıktım çünkü ben. Yıllar usanmış, ben usanmamış, hiç iflah olmamış, arlanmamıştım.”

Venüs
Bir Aile Tarihçesi, Bir Yaşamöyküsü

“İçimizde toprağın altında saklanan tohumlar gibi hisler, marifetler mevcuttur. Atalarımızdan bize sirayet eden huylar, hastalıklar, renkler ve türlü türlü şeyler gibi. Bazı şeyler kanla geçer. Bazı şeyler hisle. Kanla geçenlerden ziyade hisle geçenler mühimdir. Zira insan kanıyla canıyla değil hisleriyle vardır. Hisleriniz, hissettikleriniz ayakta tutar sizi.”

Ormanda Ölüm Yokmuş

“Latife Tekin’e sözcüklerle başlanır. Şiirle okunur. Sessizlikle anlaşılır.” Haydar Ergülen

Fay Kırığı - 3
Rojin

Doksanlı yılların Güneydoğusu... Biri Rojin diğeri Mehmet olan ve birbirlerine karşı savaşan iki asker...Benzer hassasiyetlerle büyümüş iki düşmanın, bir erkekle bir kadının gözünden cepheler... Rojin, insan kalmanın romanı. Eğer savaşı unutabiliyorsa, insan her şeyi unutabilir.

Fay Kırığı - 1
Mehmet

2005 yılı, AKP iktidarda, taşra burjuvazisi metropolde sahne alıyor, memleket başkalaşıyor. Boşa yaşanmış yılları unutmak isteyen bir adam, hiç ummadığı bir anda, sermaye savaşlarının ortasına düşüyor. Dünya küçük, para yan yana getiriyor eski tanışları... “Et bulursan ye” diyen avcıların dünyası bu... Ahlaklı kapitalizmden söz ediliyor ama zengin olmak için taraf tutmak gerekiyor.

Fay Kırığı - 2
Emine

Hazlar, türlü hesaplar, yanılgılar, koyu karanlıkla geçmişten gelen sesler, ölürken yedi dirhemini bile yoksullara veren peygamber ve abdestli kapitalistler, takdir-i ilahi, yutkunan kadınlar ve erkekler. İbadetin sermayeyle serencamı. Emine arada kalmış, ne yapsa eksik... Kuyudan su çeken çıkrık ipini andıran tespihler... Mehmet Eroğlu, paranın etrafına üşüşmüş insanları, yakın dönemin düşkünlerini ve galiplerini anlatıyor.

Büyükler Ölünce Toprağa Gömülür

Aya inen adam, Zati Sungur, Ümit Yaşar, Mata Hari Saklambaç’ta, Rüçhan Adlı Türkan Şoray’a bakıyor. Mehmet hatırlıyor, Salih Güney “Bildiğin gibi değil,” diyor: “İzah edeyim”. Eskişehir’e uçak düşüyor, PE-RE-JA kolonyası kokuyor Hilâl ile Nihâl. Yılmaz Güney, Mahir’i saklıyor.

Buralar Bıraktığın Gibi

“Çocukmuşsun sen daha o zaman, minnacıkmışsın. Annenin bağrışlarına uyanmış, tuvaletin kapısına yığılıp kalan babanı oyun oynuyor sanmışsın. Sen bunları anlatırken Çiçek, saçların ne güzeldi, evet ben böyle düşündüm. Zaten hep güzeldi ama, o gün daha bir güzeldi çünkü çok mutsuzdum."

Annedili

"Yazılar bile gözüme iyi öğrendiğim yabancı bir yazı gibi görünüyordu. İşte bir gazete kupürü: ‘İşçiler kendi kanlarını döktüler.’"

Mart

Metropolde zaman, endişeli modernler, vesveseler, korkular, eski defterler, kıpır kıpır takıntılar. Dalakşehir, botoks, “Müezzinin sesi hicaz davudi mi?”, “Eskiden buralar dutluk muydu?”, peçeteye yazılamayan Mihriban, kırmızı akan dijital kat numaraları, gevezeler, mobilyacı Balzac, kaosu görünce kıkırdayan zekâlar, tek tesellisi pişmanlık olan mağluplar... Alper Atalan, açılmayan kapıları, marketleri, bankaları, patinaj yapan arabaları, hiç susmayan muhabbetçileri anlatıyor.

Peri Gazozu

"Şimdi bir türlü sığamayıp, delice bir kavgaya tutuştuğumuz, adına Anadolu denen şu kadim topraklarda, binlerce yıl önce hüküm sürmüş, bir Hitit kralının oğullarına bıraktığı vasiyete bakın isterseniz: ‘Öldüğümde beni, usulünce yıkayın, göğsünüze yaslayın ve toprağa bırakın.’ Bu kadar."

Emanet Gölgeler Defteri

"Gerçeği hayale çevirmek miydi derdim, hayalin büyüsünü gerçeğin içinde aramak mıydı? Bildiğim, bunun düşüncesi bile güzeldi."

Cehenneme Övgü - Cennetin Dibi

KUTULU SET - Gündüz Vassaf'tan "Cehenneme Övgü" ve "Cennetin Dibi"

Beyefendi
Erkeklere Methiye

Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun’un yazarından, şimdi de bir “erkeklere methiye”! Kadın hallerini büyük bir ferahlıkla anlatmanın ustası, kadın bakış açısını “kadın bakış açısıdır” ilanı vermeden genişletmenin şen terzisi Hatice Meryem, bu eserinde başka tür bir kadın-erkek hikâyesi anlatıyor. Bir nevi aşk hikâyesi de diyebilirsiniz…

Olduğu Kadar Güzeldik

Mahir Ünsal Eriş, sokaktan gelen gürültüyü, bangır bangır Yıldız Tilbe dinleyen evleri resmediyor. Bi gevezeleşip bi susanları, “iyi olalım be ne olur” diyenleri, helallik isteyenleri anlatıyor.Olduğu Kadar Güzeldik, gazoza doğru çocuklaşan hikâyelerle çağlıyor, zamana dokunuyor.

Unutma Bahçesi

“Yeni bir dil oluşturduğu Unutma Bahçesi’nde, ikircikli bir anlatı kuruyor Latife Tekin. Ve romanlarının göç güzergâhının sürdüğünü ima edercesine çarpıcı bir belirsizlikte karar kılıyor.” Jale Parla

Dinle Lisa

“Son bir ders daha aldım Lisa’dan: Aşk insana, sanılanın tam tersine, gerçeği öğretirmiş. Lisa’ya ‘kimsenin kimse için söylemediği şeyler söylemeye’ söz vermem bu nedenledir.”

Heba

Heba, göz gözü görmez insafsızlığın, doğruya benzemeye muvaffak olan yalanın, utanmazlığın, lincin, kıstırılmışlığın romanı. Edebiyatın kirişlerini çatlatan büyük bir yazardan yalnızlığın, pişmanlığın, askerliğin, heder olmuş bir ömrün romanı. İpek kadar yumuşak ve ipek kadar sağlam.

"Biraz Daha Işık!.."

Güzel şeyler olacağı umudu doğarken, etrafı kapkara bulutların kaplamasına alışkınız konu Kürt meselesi olunca. Gerçekten iyi şeylerin olabileceğine bir türlü inanamıyoruz bu nedenle. “İyi şeyler” olacağı müjdesinin verildiği günlerden, her şeyin yeniden kapkaranlık bir döneme girdiği son dört yıl içinde Muhsin Kızılkaya’nın yazdığı umut, serzeniş, eleştiri dolu yazılar, bu ruh halinin bütün karmaşıklığını, dalgalanmalarını yansıtıyor.

Dumankara
Hayat Bir Yangındı

Türkiye’de çizgi roman, mizah dergileri dışında üretilmiyor dense yeridir. Çizgi roman albümleri daha önce tefrika edilmiş yayınlardan derlendiği için bağımsız kitap tasarılarına ise handiyse hiç rastlanmıyor. Dumankara, Hayat Bir Yangındı, bu bakımdan yepyeni ve benzeri olmayan bir kolektif çalışmanın ürünü.

Kün

Kün, yani ‘Ol’... Neleri neleri olduran bir roman, Kün. Ölülerin daha da ölebildiği -ya da tam ölemediği-, cami imamıyla ateistin birbirini ‘aydınlatabildiği’, köpeklerin (hem de Konya ağzıyla!) konuşabildiği, el kadar oğlanın kendisine el kaldıranı haşat ettiği bir âleme kapı aralıyor.

Minare Gölgesi

Bir yoksul mahalle peyzajı... Sürüsüne bereket kedi köpek, cam çerçeve, mutfak soba, duvar kaldırım, cami minare değil ama sadece; insan hallerini, kalpleri nazmeden bir peyzaj. İklimle akraba, kâh rüzgârın, kâh yağışların, kâh yaz sıcağının refakatinde, delirmenin ayartısıyla koyun koyuna, kırık gönüllü hayatlar...