Bu sayıda...

 

Sosyal bilimler alanındaki tartışma başlıkları nasıl genel bir belirleyiciliğe sahipse, tarihçilik/tarih yazıcılığı da bundan nasibini alıyor. Son yıllarda akademik popülerlik kazanan tarihçilik/tarihyazıcılık kuramsal bir muhasebeyi hakediyor. Felsefe, sosyoloji, iktisat, coğrafya, edebiyat tarihi ve benzeri disiplinler ve tarih arasındaki ilişkiler, tarihçiliği/tarihyazıcılığı dolaysız olarak etkiliyor. Öznelerin değiştiği, sorunsalların benzer temeller üzerinde farklı sorularla inşa edildiği bir tarih anlatısı karşımızda duruyor. Aydınlanma’dan pozitivizme, Rankegil bilimsel tarihyazıcılığından postmodern meydan okuyuşlara ve bu meydan okuyuşlara karşı ortaya konan cevaplara kulak vermek kendisini kaçınılmaz kılıyor.

Toplum ve Bilim’in bu sayısında tarihyazıcılığı, bu nedenlerden ötürü merkezî bir yer alıyor. Bu merkezî konum, Türk tarihyazıcılığının ârazlarından, tarih felsefesine; Osmanlı tarihi konusunda yapılan çalışmalarla ilgili bilançolardan, değişik tarih ekollerinin mirasları, tartışmaları ve artakalanları hakkında ileriki sayılarda da katkı bekleyen (hatta katkılarla daha da bir şekillenecek) bir tartışmaya kapı açıyor.

Gökhan Çetinsaya ve Oktay Özel’in bir bilanço olarak hazırladıkları, tarihyazıcılığının aşağı yukarı son otuz yılını kapsayan tartışmaları ve katkıları özetledikleri makalesi bizlere giriş niteliğinde bir döküm sunuyor. Tarihyazıcılığının akademi içerisindeki yerini, ortaya çıkan ‘üretimi’ yerel bazda ele alan yazı, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini ele alan tarihyazıcılığı konusunda ‘dışarıdan’ yapılan katkıların ve çalışmaların da ayrıca ele alınması gerekliliğini bir kez daha ortaya koyuyor.

Asım M. Karaömerlioğlu’nun yazısı, Türkiye’de tarih ve siyaset tartışmalarının içiçe geçtiği bir dönemde yani ‘60’lar ve ‘70’ler döngüsünde Bağımlılık Okulu ve Dünya Sistemi Teorisi içinde Osmanlı tarihinin nasıl yazıldığını, teorilerin kendi önkabulleri ve tartışmalı noktaları üzerinden ele alıyor. Tartışmaları pekiştiren ortamın ve tarihin bu tartışmalar içinde nasıl konumlandığının panoramasını da çizen Karaömerlioğlu, bugün Bağımlılık Okulu ve Dünya Sistemi Teorisinin neden popülerliğini yitirmiş olduğu noktasına bakmayı da ihmal etmiyor.

Tarih tartışmalarının beslendiği en önemli noktalardan birisi de tarih teorisidir ya da tarih felsefesi. Suavi Aydın uzun bir tarih felsefesi tartışması ile başladığı yazısında Ziya Gökalp ve sonraki kuşağı şekillendiren tarih bilincini, bu bilinci ‘berraklaştıran’ düşünsel ardalanı, Alman tarih geleneği ve Rankegil bakış açısı üzerinden analiz etmeyi öneriyor.

Modernizm ve laiklik ilişkisinin sorunlu yaşandığı, resmî tarihin kendisini çok sakin ve haklı bir şekilde her konuda müdahil olarak kabul ettiği Türkiye’de, ulus-devletin kuruluş dinamikleri, önkabulleri hesaba katıldığında sorunlu bir alan daha çıkıyor tarihçinin karşısına: Türk ve Türkiye tarihinde İslâm çalışmak. Ahmet Yaşar Ocak bir yandan, “Türk akademik tarihçiliği, Türkler’in İslâm’ı kabulünü ve ondan sonraki yüzyıllarda Türk toplumlarında İslâm’ın nasıl yaşandığını, bu yaşantının nasıl bir siyasal ve toplumsal ortamın ürünü olduğunu, hangi tesir ve âmillerle şekillendiğini bütün boyutlarıyla ortaya koyamamış, bunun yarattığı boşluk yerini, önyargılar, ideolojik katılıklar ve cehaletin ortaklaşa oluşturduğu bugünkü bilinç bulanıklığına bırakmıştır” yargısını işlerken, diğer yandan heterodoks akımların hangi ideolojik sarkaç içinde ele alındığını güçlü tahliller ve anlamlı bir eleştiri ile ortaya koyuyor.

Tarih araştırmacıları ve tarihçilerin başvuru kaynakları arasında sözlü tarihin yer alması gittikçe kaçınılmaz oluyor. Özellikle yakın tarih çalışmalarında kendisini dayatan sözlü tarih, gazetecilik pratiklerinin dışında işleyen bir araştırma yöntemi. Hem sözlü tarihin teorisi hem de halihazırdaki sözlü tarih çalışmalarıyla pekçok konu farklı açılarla yeniden düşünülmeyi ve tartışılmayı hakediyor. Sözlü tarih disiplini konusunda uzun süredir çalışan Arzu Öztürkmen’in hem sözlü tarihin gelişme seyri/tarihi hem de yöntem ve sorun boyutlarıyla ele aldığı sözlü tarih disiplini, tarih yazımının iktidarını sorgulayan ve arşiv tarihçiliğinin bilimselliğine meydan okuyan bir yaklaşım olarak, sunduğu yeni imkânların muhasebesiyle dosyamızdaki yerini alıyor.

Tarihyazımında güncel netameli konulardan birisi herhalde Ermeni tehciri. Tarafların tartışmalarda kullandıkları kaynaklar -ki genelde tartışmaları daha çığırtkanca yapanların resmî tezlerin ispatına yönelen tarihçiler olduğunu belirtmeliyiz- deforme edilmeye ya da tarafların kendi görüşlerini ispat etmelerine oldukça müsait. Bu durum, Türklerin “Ermenileri yok etmek için yaratılmış bir ırk” olduğuna inananlarla, her Ermeni lafını duyduklarında milliyetçilik nöbetleri tutanları karşı karşıya getiriyor. Selim Deringil farklı belgelerin farklı yorumlarla okunduklarında neler söyleyebileceği üzerine yazdığı denemede bu çok önemli noktanın altını çiziyor. Arşiv kaynaklarına, bunların kullanımlarına ve yanlış kullanımlarına bakan Selim Deringil’in, kaynak kullanımının yaratabileceği sorunları bir kez daha oldukça aydınlatıcı ve düşündürücü bir şekilde ortaya koyduğunu ve bunun sorunu tartışmak açısından önemli olduğunu sanıyoruz. Ermeni tehciri konusunda başka bir tartışma da Ayhan Aktar’ın yazısında ele alınıyor. Yazıda 1918 yılının çok özel koşullarında Ermeni kırımı ile ilgili olarak Osmanlı Meclisi’nde yapılan tartışmalar özetleniyor ve bu tartışmaları çevreleyen siyasal ve duygusal ortam anlatılıyor. Ayhan Aktar’ın dikkat çektiği noktalardan biri, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Âyan’daki tartışmalarda, bugün çok eleştirel olduğunu düşündüğümüz noktaların daha o günlerde ele alınmış olması.

Tarihî olayları merkezine alan, şahsiyetleri yeniden konuşturan ya da onların tarihsel konumlarını yapıbozuma uğratarak edebî dile aktaran bir edebiyat akımı uzun zamandır okurların beğenisiyle karşılanıyor. Tarih ve edebiyat ilişkisinin Herodotos’tan bugüne hem yanyana hem de sorunlu bir ilişki içinde olduğunu unutmadan, edebiyat ve roman ilişkisini her dem yeniden sorgulamak gerekiyor. Ömer Türkeş’in bu noktayı da içererek kaleme aldığı yazısı, sorunu ve bu sorunun bağlamını Türk romanı açısından tekrar ele alıyor.

Ferdan Ergut’un makro teorilerin ortadan kaybolması, farklı disiplinler arasındaki verimli olması muhtemel ilişkinin kurulamaması üzerine kafa yoran yazısı, tarihsel sosyolojinin imkânları üzerine düşünmeye çağırıyor. ‘Büyük’ sorular sormanın, makro teoriler inşa etmenin, tartışma bağlamının evrenselleşmesine ve daha verimli hale gelmesine yarayacağını işleyen Ergut, ‘60’lardaki tartışmalara nostaljik bir nazarla yaklaşsa da hâlâ önemli olan bir bakış açısının gerekliliğini vurguluyor.

Derin anlamı bakımından tarihin konusu ise meydana gelen şeyler üzerine düşünmek, meydana gelen olayların nasıl ve niçin meydana geldiklerini araştırmaktır. Bu anlamda tarih bilimi esas olarak felsefi bir bilimdir ve felsefi bir disiplin olarak değerlendirilmeyi hakeder” diyen İbni Haldun’un, tarih bilimi ve tabiî ki onun metodolojik ilkelerini sağlayan umran bilimi, Ortaçağ İslâm düşüncesinin en çetrefil sorunu olan felsefe-din-siyaset arasındaki ilişkiler sorunu Mehmet Kuyurtar’ın yazısında ele alınıyor.

Burnumuzun dibindeyken görmediğimiz, akademide de bu konuda ciddi bir performansın varlığına şahit olmadığımız önemli bir noktanın altını çizen Foti ve Stefo Benlisoy, Yunan tarihyazıcılığının serüveni içerisinde millî tarihin icadını ele alıyor. Makalede ulus-devletin inşa sürecinin çok yüzlü ve buna bağlı bir arayış içerisinde icada nasıl yöneldiği; tarih, gelenek, süreklilik ve kopuş tartışmalarını birarada bulabileceğimiz ve yazarların özellikle altını çizdikleri gibi Türk tarihyazıcılığına benzerliği ile Yunan tarihyazıcılığı, karşılaştırmalı biçimde özetleniyor. Kadim devlet gelenekleri, Batı’ya bir şeyler öğretmiş olmak, Batı’yı Batı yapan değerleri yaratmış olmak ve bu arada Batı gibi olmak tartışmalarının, “milli” olma özelliğini yitirmesi anlamında önemli bir karşılaştırma. “Azgelişmişlik bilinci” ve milliyetçi tarihyazıcılığı arasındaki döngüsel ve mümbit ilişki, yazının esas tartışma zeminini kuruyor ve Yunan-Türk tarihyazıcılıkları arasındaki benzerliklere dikkat çekiyor.

Mete Tunçay’a göre mekânsal ve dönemsel farklılıklar tarihçilerin ortak bir metodoloji kullanabilmelerini engelliyor, ama kaynaklara eleştirel bakmak gibi konuların herkes için ortak olması gerekiyor. Tunçay’ın ayrıca kendi deneyimlerinden yola çıkarak dönemselleştirmenin önemini vurgulaması ve “1925’te bir ‘siyaset dönemi’nin sona erdiğini ve bir ‘idare dönemi’nin başladığını ileri sürerek, sol ile ilgili etkinlikleri bu çerçeveye yerleştirmeye koyuldu”ğunu belirtmesi ve sorun eksenli bir tarih yazımını önermesi oldukça önemli. Aynı nokta etrafında Yüksel Akkaya’nın Türkiye’deki emek tarihi hakkındaki eleştirilerinin düşünülmesi gerekiyor. Emek tarihinin güncelliğini yitirmesi, bu alanın ıssızlaşmasıyla neticelendi. Oysa toplumsal tarih olarak tarif edilen, öznelerinin “sıradan insanlar” olduğu bir tarihyazıcılığı perspektifi için belki de Annales ve İngiliz Marksist tarih ekollerini yeniden düşünmemiz gerekiyor. Toplumsal hayatı kuran öznelerin kimlikleri çok katmanlı ve geçişken olduğu için tarihyazıcılığının bunu sürekli gözönünde tutması gerekiyor. Değini bölümümüzdeki yazılar bu noktaların, farklı tarihyazıcılığı ekollerinin değerlendirilmesine ayrılmış bulunuyor. Fatih Gümüş, Annales Ekolü’nün tarihsel serüvenini, getirdiği paradigmatik değişimi anlatırken, ekolün temsilcilerinin dönüşümleri, Türk tarihyazıcılığındaki etkileri ve Türkçe’deki yerleri hakkında doyurucu bir döküm sunuyor. Hande Özkan’ın Foucault’nun tarih anlayışına yoğunlaştığı yazısının yanısıra Umut Yıldırım’ın tarihyazıcılığı açısından farklı bir öneri olarak tartıştığı mâduniyet çalışmaları projesi yazısı da dosyayı planlarken düşündüğümüz noktalardan birine cevap vermiş oluyor.

Bu sayıda tarihyazıcılığı konusundaki ihtilâfların da bir dökümünü bulacağınızı düşünüyoruz. İhtilâf rahmetse, tartışmayı zenginleştirmek sosyal bilimcilerin boyunlarının borcudur diyoruz.

KEREM ÜNÜVAR

 

 

GELECEK SAYILARDA

 

 

92 BAHAR 2002

Bu sayı, belirli bir konuya/başlığa odaklanmıyor. Dört-beş sayıda bir, “konulu” sayılarımızda kısıtlı yer bulabilen, sosyal teorinin değişik alanlarından, değişik konularda yazılardan dağınık derlemeler yapmayı istemekle beraber, bu isteğimizi 76. (Bahar 1998) sayımızdan beri uygulayamamıştık. 92. sayıda nihayet böyle bir “güldeste” yayımlayacağız.

 

93 YAZ 2002

Türkiye Politikası

Türkiye’de politika alanının, yerleşik kurumlarıyla (MGK’dan partilere), terminolojisiyle, “düzeneği” ile, koordinat sistemiyle, güncel ilgilerin üstüne çıkabilen bir analize ihtiyacı var. Bu alanda “makro-kavramsal” uyarlamalarla tasvirî gücü bile sınırlı kalan monografilerin gideremediği açığa dikkat çekmeyi hedefleyen bir sayı tasarlanıyor.

 

94 GÜZ 2002

Kültür

Kültür” nedir? Kültürel çalışmalar okulu... Türkiye’de bu yaklaşımın olanakları ve mevcut araştırma anlayışlarının eleştirisi...

 

95 KIŞ 2002/2003

Toplum Bilimlerinden İçeri Bir İktisat

İktisat öteki toplum bilimleriyle arasındaki kan bağını toptan yitirmiş midir? Bilme yordamları günden güne matematikselleşmiş, salt kendine özgü bir dili konuşan, yalnız kendi yağında kavrulan bir iktisat, toplum bilimleri ailesinin hâlâ asal bir üyesi sayılabilir mi? Bir yanda kendi içine kapanmış, dilini değiştirmiş, ailenin ne içinde ne de büsbütün dışında gibi duran bir disiplin, diğer yanda onun borsa/faiz/döviz kuru döngüsüne indirgenmiş yansıması olduğu halde, ‘toplum bilimlerinden içeri’ nasıl bir iktisatçılıktan söz edilebilir? İktisadın toplum bilimlerinden uzaklaşmasına yerinmeye değil, bir düşünme sistemi olarak iktisadın bugünkü yerini yurdunu belirlemeye, insana, topluma ilişkin diğer bilme alanlarına göre yerlemini irdelemeye dönük yazılar için bir ilk çağrı.