Bu sayıda...

Bu sayıda...



Ekonominin sosyal bilimlerin en ‘ciddisi’, en ‘nesneli’ ve en ‘belirleyicisi’ kabul edildiği uzunca bir dönemin ardından, aşağı yukarı bir on yıldır Türkiye’nin -aslında galiba her yerin- sosyal bilimler ortamında bu kez iktisatçılar ile “diğerleri” arasındaki ilişkinin ve iletişimin asgarîye inmekte olduğunu gözleyebiliriz. Gerek iktisat ideolojisine, gerekse pozitif bilimciliğe dönük eleştirilerin bunda etkisi oldu muhakkak; yanısıra, yerleşik/egemen iktisatçılık da sair sosyal bilimlerden ‘kaçınarak’ pratik ve uygulayımcı bir doğrultuya meyletti - iktisat ideolojisinin uçlaşması da diyebiliriz buna. Toplum ve Bilim’in böyle bir ayrışmayla hemfikir olmadığını söylemeliyiz. İktisat ideolojisinin eleştirisi, iktisadî alanın bilgisinden imtina etmekle aynı anlama gelmemeli ve “bir başka iktisat” arayışı her zaman varolmalı. Elinizdeki sayıyı dolduran “Türkiye Ekonomisi” dosyası, bu kaygımızın fiilî bir yansıması da sayılmalı. Tabiî bu, dosyamızın “ikinci faydası”dır, esas olarak, Türkiye ekonomisinin -akla gelebilecek her yönüyle değilse de- birçok yönüyle analizi hedefleniyor. Hem, neredeyse yirmi yıla yakın zamandır bir yapısal dönüşüm rotasında seyreden Türkiye ekonomisinin makro-iktisadî görünümüne bakan yazılar yer alıyor dosyada, hem de neo-liberal ekonomi söyleminin mitoslaştırdığı bazı konuların sorgulaması.
Nazım Ekinci, Türkiye ekonomisinin 1980 sonrası büyüme ve kriz dinamiklerini içiçe ele alıyor. Bu uzun devre üç kesite ayrılıyor makalede: 1980-83 istikrar politikaları dönemi, 1984-88 dış ticarette serbestleşme ve finansal kurumlaşma dönemi; 1989 ve sonrası, finansal olarak tam anlamıyla açık bir ekonomi haline gelen dönem. Ekinci 1989’u, 1980 kopuşunun nihaî sonucu olmakla beraber başlıbaşına bir kopuş olarak kaydediyor. Yazının önemli bir vargısı, büyüme-kriz sarmalının nişânesi olarak bildiğimiz enflasyonun çözümünün, bölüşüm ilişkilerinin çözümüne bağlı olduğunun altını çizmesidir. Yazısı boyunca ekonomik krizin ekonomik politikaların ötesinde “makro”/genel siyasetle dolaysız bağlarına göndermeler yapan Nazım Ekinci, ekonomik krize ilişkin sorunların çözümünün “objektif” ve “bilimsel” değil, siyasal düzeyde düşünülmesi gerektiğini vurgulayarak bağlıyor sözünü.
1980 sonrası Türkiye ekonomisinin değerlendirilmesinde herhalde hemen her mezhepten iktisatçının üzerinde anlaşabileceği anahtar terim, “dışa açılma” olacaktır. Şenses, Tonak ve Köse ile Yeldan’ın makaleleri, artık mitos haline gelmiş bu “dışa açılma” meselesine odaklanmakta. Fikret Şenses, Türkiye’de aktüel ekonomik krizi ön-tarihinden, yani ’70’lerin ikinci yarısından başlayarak tartışıyor ve böyle bir açıdan baktığında, krizin noe-liberal politikalarla idaresinde dış yardımların ne denli belirleyici olduğunu bulguluyor. 1970’lerin sonlarında sanayileşme sürecinin durmasında ve ekonomik krizin başgöstermesinde dış yardımın kesilmesinin önemli rolü olduğunu, bu durumun büyük ölçüde dış yardım marifetiyle düzeltilmesi ile, dış yardıma bağımlı ekonomik politikanın perçinlendiğini ortaya koyuyor. Ahmet Tonak’ın çalışmasını da buraya bağlayabiliriz. Tonak, son dönemde ekonomistlerin tartışma gündemine gelmesine bizzat katkıda bulunmuş olduğu “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması” bağlamında Türkiye’deki yabancı sermaye hareketlerini inceliyor. Yabancı sermaye şirketlerinin özelliklerini tanımlıyor ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinin etkilerini gösteriyor. Tonak, “Çok Taraflı Yatırım Anlaşması”gibi oluşumların izlenmesi ve karşı durulması için kurumsal oluşumların ve politik bir tavrın önemini vurguluyor - Nazım Ekinci’nin yaptığı gibi Türkiye ekonomisinde dış yardımın ve yabancı sermayenin taşıdığı yapısal ehemmiyetle ilgili bu analizler, Ahmet Köse ve Erinç Yeldan’ın makaleleriyle birlikte okunduğunda bütünlenecektir sanırız. Köse ve Yeldan, Türkiye ekonomisinin 1980-1997 dönemindeki dinamiklerini dışa açılma süreci bağlamında kavramlaştırıyorlar. Böyle bakıldığında, sözkonusu uzun dönem dört alt-döneme ayrılıyor: 1981-82 kriz sonrası uyum; 1983-87 ihracata yönelik büyüme; 1988-1993 yapısal reform sürecinin tıkanması ve finansal serbestleşme; 1994 finansal krizi ve kriz-sonrası uyum. Yazarlar, analizlerinde, bu makro-ekonomik dönüşümün belirli etkileri üzerinde yoğunlaşmaktalar: özellikle tekelleşme ve işgücü piyasalarında deformasyon. Ve tabiî, “ihracata yönelik sanayileşme” politikasının, sanayileşme sonucunu vermemiş olması! Sanırız ‘1989’ tam da bu bakımdan ‘aydınlatıcı’ bir dönüm ânı olmalıdır.
Hakan Arslan’ın Türkiye’de sendikaların korporatist yapısını tartıştığı yazısı, sadece iktisat ve ekonomi-politik açısından değil, siyaset bilimsel ve dahi sosyolojik ilgiler açısından da dikkate değer bir çalışma. Arslan, krize karşı sendika tepkilerinin eleştirel bir analizinin, krizin kavranmasını kolaylaştıracağı öngörüsünden yola çıkıyor ve sendikaların bünyevî özelliklerinden gelen analitik ve politik yetersizliklerinin, sermayenin kriz idaresinde neredeyse onsuz olunmaz bir faktör olduğunu düşündürüyor. Sözkonusu bünyevî özelliklerin aslî belirleyicisinin korporatist örgütlenme ve ideoloji olduğunu savlayan makale, Türkiye’de korporatizmin ‘70’lerden günümüze uzanan tecrübelerini ve kurumlarını mercek altına alıyor.
Özellikle 1989 dönümü sonrasında ekonomi gündemini kaplayan ve neo-liberal iktisat politikalarının vazgeçilmez mitosunu teşkil eden özelleştirme konusu, altı araştırmacıdan oluşan bir çalışma grubunun (K. Boratav, Y. Kepenek, E. Taymaz, T. Bali, İ. Ertuğrul, M. A. Candan) Türkiye’nin KİT sistemi üzerine yaptığı kapsamlı etüdle ele alınıyor. Çalışmada ilkin KİT’lerin bir makro-ekonomik değerlendirmesi ve özelleştirme uygulamasının kilit sektörlerinden çimentoda kamu işletmelerinin performans analizi yapılıyor. Ardından özelleştirme uygulamasının ‘gerçek’ sonuçları ele alınarak bu uygulamanın somut olarak nasıl (ve kime) bir ‘verim’ sağladığı sorgulanıyor.
Aktüel ekonomi gazeteciliğinde “Asya Kaplanları”ndan ilhamla “Anadolu Kaplanları” olarak taltif edilen periferi/taşra sanayiinin, daha soğukkanlı bir tanımla Türkiye’nin geleneksel sanayi kentleri dışında kalmışken, son yıllarda gelişme gösteren yeni sanayi merkezlerinin bu çok kutlanan performansının niteliği, Ahmet Köse ile Ahmet Öncü’nün makalelerinde sorgulanıyor. Yazarlar, uluslararası üretim/emek süreçlerinde, küresel işbölümünde ve Türkiye sanayileşmesinde değişen eğilimler bağlamına oturtarak yaptıkları analizde, “Anadolu Kaplanları”nın başta düşük ücret ve düşük verimlilikle tanımlanan ciddi sorunlarla malûl olduklarını saptıyorlar. Yazıya başlığını veren “zenginleşmenin ve yoksa yoksullaşmanın mı eşiğindeyiz?” sorusunun cevabı parlak görünmüyor.
Funda Mendeş’in esnek otomasyon teknolojilerinin Türkiye’deki kullanımına ilişkin çalışması, “Türkiye Ekonomisi” dosyasına mikro-iktisadî düzeyde önemli bir katkı niteliğinde. Mendeş, Ankara ve çevresinde 24 işletmede “tezgâh başında” uyguladığı anketleri değerlendirdiğinde, Türkiye’de mikro-elektronik teknolojsinin kullanımının iş organizasyonunu ve firmalar arası ilişkileri köklü bir biçimde değiştirmediği sonucuna varıyor ve belirleyiciliği olan birçok özgül faktörün hesaba katılmasının zaruretini hatırlatıyor - ki bu da “yeni teknolojiler”le ilgili yorumların ayağını yere bastırmaya dönük önemli bir uyarı sayılmalı.
İletişi bölümünde Aykut Göker’in, küreselleşme sürecinde ulusal bir bilim ve teknoloji politikasının lüzumunu vurgulayan ve Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun bu doğrultudaki çabalarını duyuran yazısı, sayı bağlamımızın dışında da önem taşıyor olsa gerek.
Yeni İletişi bölümünde, Adnan Ekşigil’in geçtiğimiz sayımızda yayımlanan “Antropolojinin Mutfağında Türkiye” başlıklı makalesinin bir eleştirisi yeralmakta. Antropolojiyle ilgilenen birçok sosyal bilincinin, Ekşigil’in yazısıyla ilgili ‘uyuşmazlık beyanında’ bulunduğu kulağımıza geldi. Suavi Aydın, sanırız bu eleştirilerin temel noktalarını kâğıda dökmüş bulunuyor. Bu eleştiriler, Defter’le birlikte düzenlediğimiz “Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek” Sempozyumu’nda uç veren kimi tartışmaları ve özellikle “bilginin birikmemesi” meselesini yakından ilgilendiği için de önemli...
Toplum ve Bilim’in bu yıl çıkacak diğer iki sayısının konularını hatırlatalım:
78. sayı (Güz ’98): Türkiye’de sol düşünce.
79. sayı (Kış ’98): Sanat-edebiyat... ve sosyal teori.
1999’un ilk sayısında bir “(Güneydoğu-) Asya” dosyası planladığımızı da şimdiden bildirebiliriz.