Türkiye’de güncel sanat dosyası için çağrı...

Sosyal ve insani bilimler için 1970’lerdeki ‘kültürel dönüş’ün etkisi uzun soluklu oldu. Ama bir süredir bu dönüşün bir başka yere kaydığını söylemek ve belki de buna bir ad vermek lazım: ‘estetik dönüş.’ Gilles Deleuze, Alain Badiou, Jacques Rancière, Jean François Lyotard’da kaynaklarını bulabileceğimiz ‘estetik dönüş’ün, tarih çalışmalarına, siyaset bilimine, film çalışmalarına ya da sanat eleştirisine bağlandığı ortak ve (bir o kadar da eski) bir yer de var: temsil edilemez olan. En temel soruları (‘sanat nedir, sahiden?’ ‘iyi sanat nedir peki?’) bir kez daha soran, bir hakikat alanı olarak, tikel ve sonlu dünyalarımızda evrenselliğe ve sonsuzluğa açılan bir kırılma olarak, varoluşun sürekliliğinde bir kesinti olarak ya da kesintisiz arzunun üretimi olarak, siyaset hatta mikrosiyaset olarak sanat kavrayışları, aralarındaki farkları paranteze aldığımızda, en azından iki ortak önermeye açılıyor: ‘Sanat düpedüz maddi bir şeydir’ ve ‘Hakikate, sonsuzluğa ve evrenselliğe doğrudan gidemeyiz, ona giden yolun üretilmesi gerekir.’ Mladen Dolar’ı da hatırlamakta yarar var burada: ‘Sanat, bazılarının yapmak zorunda olduğu pis bir iştir. Ellerinizin kirlenmesi gerekir. Sanatta düşünce denilen şey, bu son derece maddi pratik yoluyla, maddeyle üretilir.’

Ama Toplum ve Bilim’i ‘Türkiye’de güncel sanat’ dosyası hazırlamaya iten tek sebep, ‘estetik dönüş’ ile sosyal bilimler arasında yaşanan temas ve temassızlıklar üzerine düşünmek değil elbette. Belki de daha heyecan verici başka bir unsurun bizi temelde motive eden şey olduğunu söyleyebiliriz: Türkiye’de pis-bir-iş-olarak-sanatın görünür olduğu, ama daha çok güncel sanat biçiminde görünür olduğu anlarla, çalışmalarla, kolektif oluşumlarla, yorumlama faaliyetiyle birlikte bir karşılaşma. Aslında hikâye şöyle: 20. yüzyıl başındaki avangard hareketin ve 60’lı yıllarda kavramsal sanat yoluyla tezahür eden kırılmanın izini süren sanatsal arayışlar, bir anlamda modernist estetik anlayışından farklı bir sanatsal deneyim alanının yolunu açmıştı. Uzun bir üretim ve tartışma süreci içinden süzülen bu arayışlar son yirmi yıl içinde güncel sanat adlandırmasıyla yerleşiklik kazandı. Daha kısa bir hazırlık süreci geçirmiş olmasına rağmen benzer bir işleyiş şaşırtıcı bir yoğunlukla Türkiye’de de deneyimlendi. 70’li yıllarda çalışmalarında deneyselliği öne çıkarmaya özen gösteren birkaç sanatçının ve 80’li yıllarda oldukça dar koşullar içinde sanatta kavramsallık ve yeni görsel teknolojiler üzerine düşünen ve sanat üretiminde bulunan grupların açtığı zemin üzerinde şekillenen güncel sanat pratikleri 90’lı yıllarla birlikte gözle görülür bir hızla yoğunluk kazanmaya başlamıştı bile. İlginç olan ise bu çalışmaların, geçmişe, Türkiye modernleşme tarihine, sanat tarihine doğru yaptıkları ‘kaplan sıçrayışı’ydı, - Türkiye’de sanatın ve sanat eleştirisinin Garbiyatçı fantazilerle, milliyetçi-elitist düşünsel ve ruhsal iklimle, modern ataerkil söylemlerle kesiştiği yerlere doğru.

Türkiye’de sanatın daha önce olmadığı ölçüde pis, yıkıcı, provokatif ve kolektif bir görünüm aldığı 90’lı yıllarda güncel sanat alanı, sanatın steril, elit ve beyaz dünyasında (-bu dünyanın böyle olduğunu görünür kılarak da) gedikler açtı. Belki de şu söylenebilir: Türkiye’de sanatın tikel ve sonlu evreninde evrenselliğe ve sonsuzluğa giden bir kırılma anıydı bu. Gülsün Karamustafa, Aydan Murtezaoğlu, Hale Tenger, Ayşe Erkmen, Hüseyin Alptekin, Bülent Şangar gibi sanatçılarla başlayan bu sürecin Canan, Esra Ersen, Halil Altındere, Şener Özmen, Vahit Tuna, Memed Erdener, Serkan Özkaya, Ahmet Öğüt, Burak Delier ve Erinç Seymen gibi isimlerle, Hafriyat, Xurban, Atıl Kunst ve Hazavuzu gibi kolektif oluşumlarla, Oda Projesi, Pist ve Apartman Projesi gibi mekânla ilişkilenen uzun soluklu çalışmalarla, anti-pop ve iç-mihrak gibi aktivist görsellik mücadeleleriyle devam ettiği söylenebilir. 

Oldukça ağır ve sancılı bir gündemin ortasında, hem küresel hem de yerel bağlamda hızlı bir ritmle yaşanan toplumsal değişikliklerin içinde şekillenen bu ‘özerk’ alan Türkiye’nin siyasal-duygusal coğrafyasına ait sorunları öne çıkardı. Milliyetçilik ve onun ikon haline getirilmiş görsel repertuvarı, militarizm ve gündelik yaşama nüfuz eden şiddet olgusu, üniter devlet yapısı ve etnosantrik uygulamalar, ataerkil değerler ve cinsel kimlikler üzerinden gelen baskılar, farklı ölçeklerde yaşanan göç olgusu ve kentleşmenin beraberinde getirdiği sorunlar zengin bir değini çerçevesini oluşturan unsurlar olarak yan yana dizilmişti. Siyasal gündemle diğer kültürel disiplinlerden daha yoğun, doğrudan biçimde ilişkilenen, ülkenin kurucu ideolojisinin krizini çekincesizce gündeme getiren güncel sanat kendine özgü, ilgi çekici bir alan haline geldi.

Ama.... 

Kimi zaman sadece içerik düzeyinde kalan bu eleştirelliğin, sunum ve mekân kullanımı açısından aynı seviyede işlerlik kazanıp kazanmadığı, hitap etmek istenen sosyalliklerle ilişkilenip ilişkilenmediği bir sorun olarak duruyor önümüzde. Eleştirelliği törpüleyen bu durum bugün güncel sanatın kurumsallaşması ve giderek daha fazla sermayenin ilgi ve etki alanına girmesiyle birlikte iyice hissedilir hale geldi. Siyasallığın işlenişinde yeni yöntemlerin ve anlayışların geliştirilememesi, sanatın ekonomi-politiği üzerine söz geliştirilememesi, kurumsal eleştirinin zemin kazanmaması, sunum yöntemlerinde alternatif oluşumların geri çekilişi ve bunun yerine ticari şablonların, araçsallaştırıcı temsil politikalarının belirleyici hale gelmesi, sanat yapıtlarının ve sergilerinin yorumlanmasında eleştiriye giderek daha az yer verilmesi, izleyici çevresinin giderek daha elit bir sosyolojiye doğru kayması gibi sorunlarla karşı karşıya bugün güncel sanat.

Toplum ve Bilim 125. sayısında Türkiye’deki güncel sanat alanını geliştirdiği eleştirellik boyutuyla, dile getirdiği, belki de ürettiği yeni öznellik biçimleriyle ve değişen iktidar yapılarıyla ilişkisi içinde yaşadığı sorunlarla birlikte incelemeye girişiyor:

- Provokatif işlerin, olayların, 301 davalarının, “Kürtçü sanatçı” adlandırmalarının Türkiye’de sanat eleştirisinin hâkim diliyle birlikte analizleri,

- 
Aynı dönemde Türkiye’de sanatın daha önce olmadığı ölçüde küreselleşmesi, uluslararasılaşması bağlamında sanat-piyasa ilişkisi üzerine incelemeler,

- Türkiye’de sanatın güncel sanatla birlikte biçim, malzeme ve içeriğindeki değişim üzerine analizler


- Manifestovari çıkışlarla kendini gösteren kolektif hareketlerin ve sergilerin tartışılması…

Son olarak: Fatma Aliye ve Ahmet Mithat’ın birlikte yazdıkları aşk romanı Hayal ve Hakikat’te olduğu gibi hayal olanı, kadınsı bir şey, hayatın, siyasetin ve gerçekliğin dışında bir yanılsama bu yüzden eril söze, vesayete her zaman teslim edilmesi gereken bir şey olarak mı düşünüyoruz halen? Siyasetin, siyasi mücadelenin sözüm ona gerçekçi dünyasından suya sabuna dokunmayan bir imge dünyasına kaçış olarak mı? Külyutmazlar en çok yanılanlar, hayalin en bayağısına teslim olanlardır! 

‘Estetik dönüş’ün söylediği şeyse başka: Hakikate giden yol, hayalden geçer.