Bu sayıda...

“İçinde yaşadığımız yüzyılın, tarihsel aklın önüne koyduğu ve hâlâ karşımızda çözülmeyi bekleyen ‘muammalar’ın çözülebileceği tek alan” diye yazmıştı Agamben, “bunların doğduğu alanın kendisidir”: yani biyopolitika alanı (1998: 13). İşte Toplum ve Bilim dergisinin bu sayısında kendine yer bulan eldeki dosyanın çıkış noktası bu tespittir. Başka bir ifadeyle, bizce de günümüz siyasetini anlamak için hükümdarın kılıcında temsilini bulan alışageldiğimiz iktidar anlayışını bir kenara bırakmamız ve aşağıda adı geçen düşünürlerin geliştirmeye çalıştıkları kuramsal/kavramsal araçlara başvurmamız gerekiyor.

Söz konusu kuramsal/kavramsal çerçeveden hareket eden çalışmaların sayısı hızla artmakla birlikte, hemen hepsi kabaca üç teorik yol haritasından birini veya birkaçını takip ediyor veya onlarla hesaplaşıyor diyebiliriz. Bunlar Foucault’nun, Agamben’in ve Hardt ve Negri’nin çizmiş olduğu yol haritalarıdır ve birçok açıdan birbirlerini çağrıştırmakla birlikte, başka birçok açıdan da ayrışırlar. Foucault’nun kuramsallaştırdığı biyoiktidar kavramı, temelde nüfusun ekonomik bir kaynak olarak düşünülmeye başlanması, bu anlamda da verimliliğinin yeni bir dikkatin ve çalışma alanının konusu haline gelmesi ile ilişkilidir. Yazarın Cinselliğin Tarihi’nde (2003: 102–104) belirttiği gibi, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, insan da siyasal iktidar için göz ardı edilemeyecek kadar değerli bir kaynak haline gelir. “Bedenlerin denetimli bir biçimde üretim aygıtına sokulması ve nüfus olaylarının ekonomik süreçlere göre ayarlanması” kapitalizm için vazgeçilmez öğelerdir. Bu da 17. yüzyıldan itibaren, “yaşamı yönetmeyi” seçen yeni bir iktidar biçiminin, “biyoiktidar”ın şekillenmesine neden olur. Biyoiktidar iki düzlemde işler: Bir yandan, bir makine olarak ele alınan bireysel bedenin “terbiyesi, yeteneklerinin artırılması, güçlerinin ortaya çıkarılması, yararlılığıyla itaatkârlığının koşut gelişmesi, etkili ve ekonomik denetim sistemleriyle bütünleşmesi” öngörülür (ki bu, Foucault’ya göre bedenin anatomo-politikasıdır). Öte yandan, biyoiktidar insanın biyolojik niteliklerinin de denetlenmesini amaçlar. Bir canlı türü olarak insanın, yönetimi altında olan tüm insanların bedenini siyasal stratejilerine dâhil eder ve bu çerçevede doğum ve ölüm oranları, sağlık düzeyi, yaşam süresi gibi koşulları düzenlemeyi hedefler (bu ikinci düzlem de nüfusun biyopolitikasıdır). Nüfusun sayılması, farklı grupların özelliklerinin saptanması ve denetlenmesi de bu düzlemde ele alınmalıdır (Kuşkusuz burada aktardığımız Foucault’nun biyoiktidar/biyopolitika üzerine çalışmalarının ufacık bir boyutudur ve daha kapsamlı bir fikir edinmek isteyen okuyucu maalesef henüz Türkçe’ye çevrilmemiş olan ders notlarına bakabilir (2007, 2008). Bu seminerlerin bir kısmı ve ilişkili bazı yazılar Ayrıntı Yayınları tarafından yayınlanan Seçme Yazılar’da mevcuttur).

Bedenin gücünü, yeteneklerini ve becerilerini artırmayı hedeflediği, insanı biyolojik özellikleriyle ele aldığı için Foucault söz konusu bu modern iktidar biçimini biyo-iktidar olarak tanımlamıştır. Yine aynı nedenlerden dolayı, biyoiktidarın hedefi insanın politik yaşamı değil, çıplak (biyolojik) hayatıdır. Bu kavramsallaştırmada, insan, siyasetin öznesi değil, nesnesi olarak karşımıza çıkar. Giorgio Agamben’in Kutsal İnsan (2001) kitabında öne sürdüğü ilk tez, insanın çıplak hayatı (zoe) ile siyaset arasındaki ilişkinin, Foucault’nun iddiasının tersine, modernliğe özgü olmadığıdır. Dili, anlamlandırma ve toplumsallaşma süreçlerini öncelediği, dolayısıyla siyasetin dışında olduğu varsayılan zoe’nin (çıplak canlılık olgusunun) siyasetin strateji ve hesaplarına dâhil edilmesi, Foucault’ya göre, yukarıda özetlemeye çalıştığımız üzere, modernliğin gereğidir. Agamben kuşkusuz bu tezden hem ilham almış, hem de onunla hesaplaşmıştır. Çünkü ona göre, çıplak hayat Batı siyasi geleneği içinde ilksel, ayrıcalıklı, modernliğe özgü olmayan, sürekli bir yere sahiptir: bu ayrıcalık, toplumsallaşmayı ve dolayısıyla siyaseti mümkün kılan şeyin, çıplak hayatın dışlanması olmasından kaynaklanır. Bu dışlanma, kentin/toplumsal yaşamın/siyasetin sınırını çizen, dolayısıyla bunların kurulmasını mümkün kılan şeydir. Demek ki, ilk siyasal etkinlik dışlamadır (ki bu aynı zamanda toplumsal yaşamın dışına terk etmedir), ve çıplak hayat en başından beri bu etkinliğe eşlik eder. Bu kavramsallaştırmada biyopolitika modernliğe özgü değil, ilkseldir ve nüfusun bedenini değil, çıplak hayatı hedef almaktadır.

Biyoiktidar ve biyopolitika kavramlarına rastladığımız bir diğer çalışma dizisi, Antonio Negri ve Michael Hardt’ın İmparatorluk (2001 [2000]), Çokluk (2004 [2004]) ve Ortak Zenginlik (2011 [2009]) kitapları ve benzer eksenli metinleridir. Ancak Negri ve Hardt, gerek bu iki kavramı bir çeşit karşıtlık içinde, gerekse dönemselleştirme itibariyle 20. yüzyıla atıfla kullanmaları nedeniyle hem Foucault’dan hem de Agamben’den ayrılırlar. Söz konusu metinlerde biyoiktidar kavramı, günümüze has küresel (süreklileşmiş) bir savaş halinin, kitlesel imhanın ve tek bir ulus-devletin veya uluslarüstü örgütlenmenin yönetimine bırakılamayan bir “imparatorluk” biçiminin işlettiği, “ölüm üzerinde doğrudan hâkimiyeti” olan egemen iktidar biçimini tarif etmek için kullanılmıştır. “Biyopolitik üretim” kavramı ise, ekonomik dönüşümlerle birlikte ortaya çıkan yeni (ve artan biçimde maddi-olmayan) emek biçimlerinin, hem (maddi metaların ötesinde) fikirler, imajlar, duygulanımlar ve yaşamlar, hem de kendi içinde iletişim ve işbirliği ağları üretme kapasitesine işaret etmektedir. Bu iki kullanımda da “biyo-” öneki, toplumsal bedenin bütününe yayılma halini belirtmektedir.

İşte biz bu dosyada salt teorik tartışmalarla yetinmeyen, biyoiktidar/biyopolitika kavramlarını, örnekler ve ampirik çalışmalar aracılığıyla değerlendirmeyi deneyen ve dolayısıyla bu kavramların uygulamadaki “tercümelerini”, okuyucuya/araştırmacıya sundukları imkânları ve sınırlılıklarını analiz eden makaleleri biraraya getirmeyi hedefledik. Görüleceği üzere, bize ulaşan ve dosyada yer bulan yazılar neredeyse tümüyle Foucault’ya odaklanan çalışmalardır. Bu durum sanıyoruz birkaç nedenle açıklanabilir: Öncelikle Türkçe’deki Foucault külliyatı hem daha eski hem daha geniştir (Bibliyografya kısmında –basım tarihleri yazılış tarihlerini hiçbir şekilde yansıtmadığı için alfabetik sırayla– küçük bir liste sunuyoruz). İkinci olarak, sosyal bilimlerde bedeni konu alan çalışmaların hızla artmasıyla birlikte, yazarın beden, nüfus, disiplin, normallik gibi kavramlara yönelttiği özel dikkat de yeniden ve farklı farklı şekillerde gündeme gelmiştir (queer kuramında, sakatlık çalışmalarında olduğu gibi). Son olarak, 1973-1984 yılları arasında Collège de France’ta verdiği seminerlerin İngilizce’ye çevrilmesi, Foucault’nun Anglo-Sakson akademik dünyada yeni bir ilgiyle karşılanmasına neden olmuştur (Theory, Culture, Society dergisinin 2009 yılında bu ders noktalarından hareketle özel bir sayı çıkarması gibi). Türkiye’deki akademik çalışmaların da özellikle İngiltere ve ABD’deki gelişmelerden önemli oranda etkilendiği düşünülürse (gerek yurtdışında öğrenim gören lisansüstü öğrencileri, gerekse oradaki yayınların takibi nedeniyle) bu ilginin bir izdüşümüne burada rastlanması şaşırtıcı değildir.

Bununla birlikte Türkiye’de Foucault’nun kavramlarına atıf yapan metinlerin Foucaultcu analize hakkıyla sadık kaldıklarını söylemek her zaman mümkün olmamaktadır. Kanımızca bunun iki nedeni var: Bunların birincisi, yazarın kitaplarının aynı zamanda yeni bir yöntem önerisi, bilgi üretiminin kendisi üzerine bir düşünme pratiği olarak okunmuyor olması. Örneklendirmek gerekirse, Foucault’nun herhalde en çok atıf yapılan kitabı Hapishanenin Doğuşu, çoğu zaman “disipliner” olduğu varsayılan bir pratiği veya Panoptikon’a benzerliği gösterilmek istenen bir mimari yapıyı incelemek için kullanılıyor. Ancak kitabın belki de bunlardan daha çok söylemler ve kurumlar üzerine bir analiz önerdiği, hapishanenin mekânının içiyle onu şekillendirdiği varsayılan (Foucault’ya göre yanıltıcı şekilde) ceza hukuku arasındaki farka işaret ettiği göz ardı ediliyor (bu farkı dikkate alan bir tartışma için bkz. Akay, 2000 [1995], özellikle s. 26). Böyle yapıldığında da söz konusu kavramlar, aslında yazarlarının önerdiğinden farklı şekilde, daha önemlisi bu fark belirtilmeden kullanılmış oluyor.

İkinci ve ilişkili olarak, alışılagelmiş düşünce yapılarından uzaklaşmak her zaman kolay değil. Daha açık bir ifadeyle, Foucault’nun analizine hakkıyla sadık kalabilmek için, iktidarın baskıcı olamayabileceğine, toplum, sınıf gibi evrensel kategorilere atıf yapmadan da analiz yapılabileceğine inanmak gerekiyor. Ancak sansürün ve tahakkümün çeşitli biçimlerinin gündelik hayat üzerinde hayli belirleyici olduğu Türkiye coğrafyasında ve özellikle Sol düşünceden beslenen akademik gelenek içerisinde bu pek kolay değil. Ayrıca yazarın kitaplarının Türkçe’ye çevrilme ve okuyucuya ulaşma sırası da bu anlamda yanıltıcı olabiliyor. Aynı örnekten devam etmek gerekirse, önce veya sadece Hapishanenin Doğuşu’nu okuyan biri için Foucault’yu da, gözetleyen, denetleyen iktidar analizleri geleneğine yerleştirmek çok daha kolay. Buradan hareket edince de, “kendilik teknolojileri” bile baskıcı bir iktidarın içselleştirilmesi olarak okunabiliyor (Foucault’nun erken dönem eserleri konusunda kendisine yönelttiği bir eleştiri için Berkeley’deki seminerleri dinlenebilir: http://www.ubu.com/sound/foucault.html).

Foucault’nun yöntem önerisi göz ardı edilip de yalnızca kavramlarına atıf yapıldığında ise ortaya çıkan, yazarla birlikte düşünmek değil, “bir bilene sormak”, sözü geçen birinden, yazdıklarımızın altına imzasını atmasını istemek oluyor. Çalışmalarının bir “alet çantası” olarak değerlendirilmesini dileyen birisi için biraz haksız bir sonuç.

Biz bu dosyada elimizden geldiğince bu tuzaklardan kaçınmaya çalıştık. “Farklı Bir Foucault Okuması İçin Öneriler” başlıklı yazımızda, bu noktaları biraz daha açıyoruz. Onu takiben Aslı Çalkıvik’in makalesi var (“Ölümüne yaşatmak: Güvenlik sorunu olarak yaşam”). Çalkıvik, kuş gribi salgını sırasında alınması önerilen tedbirlerden hareketle, “güvenlik sorunu” olarak kurgulanan alanlardaki artışa işaret ediyor ve bu alanlara müdahalenin yeni biçimlerini eleştirel bir şekilde tartışıyor. Nihan Bozok elden ele geçen diyetler, önerilen reçeteler, web siteleri ve televizyon programları gibi çeşitli yöntemlerle gündelik yaşamda hayli yer tutmaya başlayan sağlıklı yaşam söylemi üzerinde duruyor ve bedenin bu söylem içerisinde nasıl tahayyül edildiğini ele alıyor (“Biyo-iktidara özgü bir özne(l)leşme pratiği olarak popüler sağlıklı yaşam söylemi”). Alanur Çavlin Bozbeyoğlu, Osmanlı’daki kafakâğıdından Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanına, oradan biyometrik kimliğe, kimlik kartı sistemindeki dönüşümü ele alıyor ve bu dönüşümü daha geniş olarak nüfus politikaları, vatandaşlık ve denetim gibi konular/kavramlar aracılığıyla sorunsallaştırıyor (“Nüfusun biyopolitikasına yeni açılım: Türkiye’nin biyometrik elektronik kimlik kartı sistemi”). Safa Saraçoğlu, Foucault’nun önerdiği kuramsal çerçeve ile Osmanlı dönemine bakıyor; makalesinin başlığı “Muhacirler, biyopolitika ve öküz hırsızlığı: 19. yüzyılda Vidin’de Osmanlı yönetimselliğinin işleyişi”.

Dosya dışı yazılarımız da mevcut. Elifhan Köse, yakın dönemin popüler bir mecrasına eğilerek hidayet romanlarında kadınları inceliyor; doğulu/batılı, açık/tesettürlü, ahlâklı/ahlâksız zıtlıklarını kullanarak özcü bir şekilde Müslüman ideal kimliğinin nasıl sabitlendiğini betimliyor. Zafer Yılmaz, yoksulluk meselesinin sosyal bilimlerde saf bir niceliksel sorun haline getirilmesini tartışıyor. Yılmaz, yoksulluğun çözümünün basitçe sayılarla aşılamayacağını veya sadece kamu siyasasının bir epistemoloji sorunu sayılamayacağını, bizatihi özneleşme süreçlerinde etik(ler) üreten ontolojik ve siyasal bir sorun olarak anlaşılması gerektiğini savunuyor. Ahmet Bekmen ise “Yönetsel bir alanın inşası: Sosyal sorumlu yatırımcılık ve sürdürülebilirlik endeksleri” başlıklı makalesinde yönetsel bir akım olarak tanımladığı neo-liberalizmin, ulus-devletlerin yönetim aygıtlarının işlevsizleştirildiği alanlarda kendini yeniden nasıl varkıldığını anlatıyor. Alp Yücel Kaya’nın çalışması yine neo-liberalizmle ilgili. Foucault’nun liberal ve neo-liberal yönetim rasyonaliteleri yaklaşımını izleyerek kamulaştırma ilkesindeki radikal dönüşümü irdeliyor. “Acele kamulaştırma” kavramı ve tartışmaları içinde, İzmir’de Efemçukuru Köyü ve çevresinde yaşananları ele alıyor. Özellikle kamu yararı ilkesinin geçirdiği değişime dikkat çekiyor. Çağla Diner’in çalışması da bu bağlamı tamamlar nitelikte. Türkiye’nin kamu açıkları sorunu çerçevesinde neo-liberal inanç sistemine odaklanan Diner, ekonomi disiplininin sadece ekonomik gerçeklikleri açıklamadığını aynı zamanda bir gerçeklik kurduğunu vurguluyor. Derginin son sayfalarında Wacquant ve Unger’e ait iki ayrı kitapla ilgili zihin açıcı değerlendirmeler de bulacaksınız.

Biyoiktidar/Biyopolitika dosyasını oluşturmamızı mümkün kılan Toplum ve Bilim dergisine teşekkür borçluyuz. Ayrıca önerilerimizi yılmadan dikkate alan ve böylece bize onlarla birlikte düşünme ve tartışma imkânı tanıyan yazarlara çok teşekkür ediyoruz. Hemfikir olmadığımız noktalarda kendi ifadelerini korumayı tercih edenler oldu; dosyanın bütünü okunduğunda çelişki olarak yorumlanabilecek uyuşmazlıklar, bizim daha fazla müdahale hakkını kendimizde görmediğimiz bu yorum farklarından kaynaklanmaktadır.

Güzel okumalar!

 


 

KAYNAKÇA

 

Türkçe’de Foucault (alfabetik sırayla):

Bilginin Arkeolojisi, İstanbul: Birey, 2003.

Bir Aile Cinayeti, İstanbul: Ayrıntı, 2007.

Bu Bir Pipo Değildir, İstanbul: YKY, 2003.

Cinselliğin Tarihi, İstanbul: Ayrıntı, 2003.

Deliliğin Tarihi, İstanbul: İmge, 2006.

Ders Özetleri, İstanbul: YKY, 2003.

Doğruyu Söylemek, İstanbul: Ayrıntı, 2005.

Hapishanenin Doğuşu, İstanbul: İmge, 2000.

Kelimeler ve Şeyler: İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi, İstanbul: Ankara, 2006.

Kliniğin Doğuşu, İstanbul: Doruk, 2002.

Kliniğin Doğuşu, İstanbul: Epos, 2003.

Psikoloji ve Ruhsal Hastalık, İstanbul: Birey, 2003.

Seçme Yazılar I-VI, der. Ferda Keskin, İstanbul: Ayrıntı.

Toplumu Savunmak Gerekir, İstanbul: YKY, 2002.

Yapısalcılık ve Postyapısalcılık, İstanbul: Birey, 2010.

 

İngilizce’ye çevrilen ders notları:

Psychiatric Power (1973-1974), New York: Picador.

Abnormal (1974-1975), New York: Picador.

Society Must Be Defended (1975-1976), New York: Picador.

Security, Territory, Population (1977-1978), New York: Palgrave Macmillan.

The Birth of Biopolitics (1978-1979), New York: Palgrave Macmillan.

The Hermeunetics of the Subject (1981-1982), New York: Palgrave Macmillan.

The Government of Self and Others (1982-1983), New York: Picador.

The Courage of Truth (1983-1984), New York: Palgrave Macmillan.

 

Metinde adı geçen diğer kaynaklar:

Akay, Ali (2000[1995]) Michel Foucault’da İktidar ve Direnme Odakları, İstanbul: Bağlam.

Agamben, Giorgio (2001) Kutsal İnsan: Egemen İktidar ve Çıplak Hayat, İstanbul: Ayrıntı.

Hardt, Michael ve Antonio Negri (2001) İmparatorluk, İstanbul: Ayrıntı.

Hardt, Michael ve Antonio Negri (2004) Çokluk: İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi, İstanbul: Ayrıntı.

Negri, Antonio ve, Michael Hardt (2011) Ortak Zenginlik, İstanbul: Ayrıntı.

Theory, Culture, Society, Michel Foucault özel sayısı, 26(6), 2009.