Bu Sayıda...

İbn Haldun’un ölümünün 600. yılını, bu özgün düşünür ve eseri üzerine yeniden düşünmek için fırsat saydık. İbn Haldun ve Mukaddime, beşerî ilişkilerin veçheleri üzerine, Devlet ve egemenlik üzerine, tarihin ‘motoru’ üzerine düşünmek kadar, sosyal teori ve bilimsellik üzerine düşünmek için de bir fırsattır sahiden. Bunların yanı sıra, ilgili literatür, Oryantalizm-Oksidentalizm ikilisini sorgulamak için de geniş imkânlar sunar. İbn Haldun’u yeniden düşünen iki yazılık dosyamızın, aynı zamanda bu çabayı sürdürmek için bir davet olmasını diliyoruz.

Dosyamız küçük görünüyor ama pahada ağır! 1977’de yayınlanan İbn Haldun’un Metodu ve Siyaset Teorisi eseriyle yeni bir yol açan Ümit Hassan’ın, İbn Haldun üzerine okuma ve düşünmelerinin uzun yıllardır beklenen ve ‘bekleyen’ bir verimini sunuyor olmak, başlıbaşına değerlidir. Ümit Hassan okurla konuşan bu makalesinde İbn Haldun’un ikincil okumalarından türetilen yorum ve analizlerin sert bir reddiyesini yaparken, düşünürün kavramsal çerçevesinin (“kavram-terimleştirmesinin”) bilime yaklaşımının özgünlüğünü ve bütünselliğini vurguluyor. Peşinden, İbn Haldun’un “nereye varmak istediğine” dair, her biri yeni makaleler davet eden sorular formüle ediyor. İlâveten, Engels’in –Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Temeli’nin– İbn Haldun’un düşüncesiyle etkileşiminin nasıl tasavvur edilmesi gerektiğine dair ince bir tartışma yürütüyor.

Zerrin Kurtoğlu’nun makalesinin önemli katkısı ise, yukarda belirttiğimiz üzere, İbn Haldun vesilesiyle Oryantalizm-Oksidentalizm ikilisini sorgulaması. Özellikle de, bunu günümüzün kültüralist/uygarlıkçı özcü söylemiyle mücadele zeminine oturtuyor olması, İbn Haldun’u güncelleştirmenin, “güncelleştirme” teriminin harcıâlem kullanımlarından ayrılan sahih ve anlamlı bir açılımını oluşturuyor. Bir 11 Eylül yazısı olarak da okuyabilirsiniz bunu! Tabii, o kadar değil. Zerrin Kurtoğlu, din-felsefe, bilim-tarih ilişkilerinin, İbn Haldun’la düşünen ama İbn Haldun’a ‘kapanmayan’ bir analizini yapmakta.

“Güncelleştirme” kavramına değmişken... Toplum ve Bilim’de “aktüalite” veya güncel olaylar ile sosyal teori arasında politik bir ilişki kuran yazıları özlüyoruz. Bir yakada gazete analizinden, diğer yakada bilimci indirgemecilikten (veya vukûatı bilimci söylemin ve mâişetin yeniden üretimine malzeme yapan “okazyoncu” tavırdan) kaçınarak, elbette. Güven Bakırezer’in, bir ‘linç yeri’ olarak Trabzon’daki bu reaksiyoner potansiyelin sosyo-ekonomik temellerini incelemeye alan yazısını, bu bakımdan önemsedik.

Bu sayıda yine iki yazıdan müteşekkil ama bu kez hacimce de ağır bir dosyamız daha var: Türkiye’nin seçim coğrafyası üzerine incelemeler. Yine, politikayı bir sosyal mühendislik faaliyetine benzeten ilgilerin berisine geçilebildiğinde, anlama ufuklarını genişletebilecek bir alan. Bu alanda yürüttükleri muazzam emek-yoğun çalışmaların pek azını yayımlaya(bile)n Oğuz Işık ve Melih Pınarcıoğlu’nun, “seçim okuma” zanaatına yeni pencereler açacağına emin olduğumuz makalesini yayınlamak da, elinizdeki sayıyı başlıbaşına değerli kılan katkılardan biri. Sinan Zeyneloğlu’nun, 1999 ve 2002 genel seçimleri üzerinden İstanbul’un seçim coğrafyasını okuyan makalesi, dosyayı tamamlıyor.

Zehra Ayman’ın makalesinin erdemi, “bellek mekânı”, “sınır”, “ötekilik” gibi sosyal teori aktüalitesinin –son defa aktüalite mefhumuna başvurmaya izin varsa!– gözde kavramlarını, bıkkınlık veren adaptasyon-aplikasyon yaklaşımına itibar etmeden ‘işlemesi’. Kars’ın zaman ve mekân içindeki hikâyesini, disiplinlerarası bir müktesebatla ve ‘disiplinsiz’ olmayan bir öznel deneme diliyle anlatıyor, Zehra Ayman.

Aylin Özman, erken Cumhuriyet’in velût ve ‘konumlandırılması’ müşkül olabilen düşünce adamı İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun feminizan bir okumasını yapıyor. Kemalizm ile muhafazakâr düşünüşün kesişme yollarında kadınlık ve erkeklik imgeleri hakkında verimli bir gözlem.

Sertan Batur, tarihsel bir çerçevede psikoloji bilimine bakmanın, dışsal faktörleri yanyana getirmekten öte, onu hâkim üretim tarzı ve kurumsal iktidar ilişkileri içinde yerli yerine oturtmakla mümkün olduğunu söylüyor. Ve Türkiye örneği üzerinden bunu son derece yetkin bir şekilde yapıyor.

Neoliberalizmi, tıpkı onun kendisi hakkındaki vaazı gibi, yekpâre ve doğrusal bir tatbikat olarak görmek, sol-muhalif politik tutumların sıkça meylettiği bir kolaycılık. Ayşe Serdar’ın makalesi, neoliberal reformların Latin Amerika ülkeleri örneğinde toplumsal-siyasal yapılara göre farklılaşan seyirlerini ayrıntısıyla tasvir ederken, bu kolaycılığa karşı uyarıyor.

Geçen sayının “... bu sayıda”sında, açılan bir dosyayı sürdüren, ona mukabelede bulunan katkıların dergilerin canına can kattığını belirtmiştik. Elinizdeki sayıda bu bakımdan talihliyiz. İki genç araştırmacı ve akademisyen, 106. sayıdaki “Balkanlaşma” ve 105. sayıdaki “Hangi merkez, hangi çevre?” dosyalarımızın izini sürüyor. Kazım Ateş, merkez-çevre ekseninin Türkiye’nin toplumsal formasyonunun analizindeki ‘işlerliğini’, Alevilerin ‘muhataralı’ yurttaşlık konumu temelinde sorguluyor. Özgür Dirim Özkan, “Yugoslavya’dan sonra hâlâ Balkanlar’da yaşamak mümkün mü?” sorusunun gölgesinde, Balkanlar’ın anlamlandırılma biçimlerini tartışıyor.

Kitap eleştirisini kitap tanıtımından ayırt eden nitelik, söz konusu kitap üzerinden bir teorik gündemi düşünmeye açılması. Ali Murat Özdemir’in makalesi bunun iyi bir örneği. Özdemir, D. Macdonell’in Theories of Discourse: An Introduction adlı kitabı üzerinden ve Althussergil bir dikkatle, Marksizm ve söylem analizinin sorunlarını düşünüyor.

Üniversite ortamı ve homo academicus’un ‘durumu’, yine, Toplum ve Bilim’in hep dert ettiği bir mesele. Kocaeli Üniversitesi’nden üç akademisyenin manifestatif bir ton da taşıyan metnini aktarmayı bu bakımdan önemsedik. Bilhassa akademik terfi-tenzil işlerinde liyakat(sizlik), çıkarcılık, emek istismarının müesses etkisini dikkatlere getiren bu yazıdaki tartışmanın, sadece birincil mağdur grubu olarak araştırma görevlilerini değil, bütün akademik camiayı ilgilendirdiği açıktır.