Bu Sayıda...

Spora sosyal teori perspektifinden bakarak neler görebiliriz? Toplum ve Bilim’in 103. sayısı, bu arayış etrafında oluştu. Spora olan yaygın ve neredeyse doğallaşmış ilgiyi ve sevgiyi, eleştirel düşünceyle buluşturma arayışı da olmalı, bunun ucunda.

 

* * *

Dünyadaki ‘iyi’ örneklerinden görerek biliyoruz ki, spor tarihçiliği, spor sosyolojisi, yerleşik tarihçiliğin ve sosyolojinin kabullerini, hareket noktalarını sorgulamaya, görülmeyenleri görmeye elverişli bir alan açabilir. Söylemeye gerek yok; eleştirel bir bakış açısıyla yapıldığında! Böylesi bir spor tarihçiliği ve spor sosyolojisi, spor üzerinden bütün çağları okumaya elvereceği gibi, özellikle modernleşme paradigmasının eleştirisi için çok verimli olabilir. Bunun için de, sporu, modernleşmenin bir göstergesi (veya ‘ölçeği’) olarak düzçizgisel bir gelişim içinde izleyen yerleşik yaklaşıma mesafelenmek gerekir. Türkiye örneğinde, spor faaliyetlerinin gelişmesini, Osmanlı’dan devreden geleneksel-Doğulu Eski’yi tasfiye ederek ‘yepyeni’, modern-Batılı bir topluma dönüşme sürecinin terkesinde bir olgu olarak kaydeden Cumhuriyet tarihçiliğine mesafelenmek gerekir. Bu sayıdaki yazıların, sözkonusu yerleşik bakış açısının kısıtlılığına işaret edeceğini umuyoruz.

 

* * *

Spor dünyasına kültürel incelemeler açısından ve ‘kimlik’ oluşum süreçleri bağlamında bakmanın verimleri de unutulmamalı. Bunun en açık olduğu alan, kuşkusuz futbol ve futbol takımı taraftarlığı alanıdır. Spor üzerinden geliştirilen kimlikler -esasen taraftar kimlikleri-, birçok kimlikle kesişiyor, eklemleniyor ve onların tezahür biçimini de etkiliyor. Modernleşme ve kapitalistleşme süreçlerinin –ve bu süreçlerdeki gerilimlerin, tıkanmaların, vs. özgül momentlerin-, işçileşme süreçlerinin, göç süreçlerinin vb. yaşandığı yerlerde, taraftar kimliği, işçi kimliğiyle, etnik köken veya ‘yurt’ kimliğiyle, cinsiyet kimliğiyle içiçe gelişebiliyor. Diyelim Trabzon’a ve Trabzonspor ‘olgusuna’ bu pencereden bakıldığında, görülecek çok şey yok mudur? Sözlü tarihçilikten ve antropolojinin yordamlarından istifade ederek yapılacak bu gibi çalışmaların, Türkiye’nin toplumsal tarihine getireceği önemli katkılar olacaktır. Ve burada çok geniş bir bakir alan vardır.

Futbol taraftarları, dünyada spor sosyolojisinin en gözde ‘nesnelerinden’ birini oluşturuyor - bununla beraber sosyal psikolojinin de, kriminolojinin de! Tribünleri “sosyal olan”ın görünür olduğu bir yer olarak tanımlamalı ve bu görünür olma ihtiyacında –aslında genel olarak “futbol kamuoyu”nda- bir kamusallık imkânı mı keşfetmeli? Yoksa tribünler sosyal patolojilerin en aşikâr tezahür yerleri; “sosyal”in massedildiği, faşizan bir “kitle ruhu”nun kabardığı mekânlar mıdır? Elinizdeki sayıda, ‘iyimser’/hayırhâh bir bakışa meyledenler de var, ‘karamsar’ bir bakışa da. Her halükârda, buradaki gerilimi daima tetiklikle izlemek gerektiğini söyleyebiliriz.

Sadece futbol taraftarları değil, genel olarak sporun ‘izleyici’/tüketici kitlesi, homojen bir topluluk teşkil etmiyor. Sınıfsal, toplumsal, cinsiyete ilişkin bir dizi köklü farklılıklar, ayrışmalar var. Bu sayıdaki yazılarda, spor alanının ister toplumsal etkinlik veçhesiyle ister endüstriyel veçhesiyle homojen bir yapı olarak görülemeyeceğine dikkat çekmeye çalıştık. Kendi içinde çelişkiler ve uzlaşılar içeren dinamik bir toplumsal pratik ve mücadele alanıdır, spor. Dolayısıyla, spor alanını yorumlama, anlamlandırma ‘işi’ ve bu anlamda –bugünün Türkiyesi’nde herhalde kıskandırıcı derecede etkili bir ‘kamuoyu önderliği’ mevkiinde oturduğunu söyleyebileceğimiz!- “spor yazarlığı”, sporun iç âleminden ibaret olmayan bir ideolojik mücadelenin de alanıdır. Spor (aslında çoğunlukla futbol!) medyasının hamâsî, tekleştirici, düzleyici (mankafalılaştırıcı diyeceğiz, müsaadenizle!) söylemi, bu alanın karmaşık ve araştırılmaya –bununla beraber müdahaleye- muhtaç yapısını gözden kaçırtmamalı. Elinizdeki sayıyı, bu alanda yapılabilecek işlerle ilgili bir ilk adım bile değil, ancak bir görev çağrısı sayıyoruz!

 

* * *

Sporun kurumsal, örgütsel, endüstriyel bir yapı olmaktan ötedeki/‘önceki’ beşerî doğasını ‘unutmamak’ gerek. Türkçede bir resmî adlandırma olarak kalıplaşmış ve böylece anlamı üzerine düşünülmesi imkânsızlaşmış “beden terbiyesi” terimi, beden hareketlerinin disipline sokulmasını tanımlar. Modern sporun tarihi, kapitalist rasyonelleştirme ve düzenleme (ve sayısallaştırma) sürecinin beden hareketlerine dair bir veçhesidir. Aynı zamanda bir aslî insan faaliyeti olarak oyunun da ‘terbiyesini’ içeren bir süreçtir bu. Dosyanın girizgâhını, oyunu sorunsallaştıran yazıların oluşturması tesadüf değil. Oyunun anlam(lar)ını, sadece oynamanın değil seyrederek oyuna katılmanın konumlarını, tarzlarını, burada saklı olan potansiyelleri: şiddeti... hazzı... ütopyayı... ve ‘etkin olma’yı tartışan bu yazılar, gözden yitmemesi gereken kuramsal arkaplanı sağlıyor.

 

* * *

Dosya konusu dışındaki yazıların yanında, bu sayıda özellikle Değini bölümünün kuvvetli yazılarla doluluğundan duyduğumuz memnuniyeti belirtmek isteriz.